14/09/2015
MAKALE
ALLAH’IM BENİM MAKSADIM , SENİN RAZI OLMANDIR
Rahman ve Rahim olan Allah’ın adıyla
Yiğit meydanda belli olur”
diye bir atasözümüz var. Doğrudur, ciddi bir sınamadan geçmeyince ne yiğitlik
anlaşılır ne de karakterimiz, hakiki madenimiz. Kişinin Rabbiyle irtibatı da
böyledir, zor zamanlarda kalbimizden ne geçiyor, ona bakmak lazım.
Düşmanlar evini sardı, canını istiyorlardı, O dua ediyordu.
Mızraklarını kapıya doğrultmuş, sabahı
bekliyorlardı, O Yasin suresini okuyordu.
Sonra yüzlerine toprak atarak
aralarından geçip gidiyor, Sevr dağına çıkıyordu.
Düşmanlar her tarafı köşe bucak
arayarak mağaranın önüne kadar sokuluyorlardı. O, sadık arkadaşına “Üzülme
Allah bizimle beraber.” diyordu.
Düşmanları başına ödüller koyuyordu;
O, arkadaşıyla birlikte Medine’ye doğru yol alıyordu.
En Büyük Hakikat
Rasul-i Ekrem s.a.v., peygamberliği süresince çok zorluklar çekmişti. Ama
hicret günleri belki de en zor günleriydi. Hicret geceleri de en tehlikeli
geceleri.
Asırlar sonra okurken bizi bile endişelendiren o hicret gecelerini Rasul-i
Ekrem s.a.v. nasıl geçiriyordu? Ne yapıyordu?
Önce şunu bilmek lazım: Efendimiz
s.a.v., bütün imkansızlıklara rağmen gerekli bütün tedbirleri alıyordu.
Şartların gerektirdiği istihbaratı yapıyor, güvenilir bir rehber buluyor,
develeri ve yol azığını düşmanlara hissettirmeyecek şekilde hazırlatıyor ve
öylece yola çıkıyordu.
O bir insandı. Gelmiş geçmiş en özel
insan. Alemlerin Rabbi’ne kulluğu en üst seviyede ve her an yaşayan bir insan…
En zor şartlar altında bile imkanların elverdiği tedbirleri alırken, insanlara
kulluğu öğretmekle görevli bir insan; Yüce Yaradan’ın elçisi…
Her zerrenin her an Yaradan’ın elinde
olduğunu, hiçbir şeyin kendi kendine meydana gelmediği anlaşılmalıydı.
Yaradan’ın her an bizimle beraber olduğunu, her nefesimizi ciğerimize indirenin
O olduğunu hissetmemiz gerekiyordu.Kâinattaki asıl hakikat işte buydu.
İnsanı insan yapacak, yaratılmışların
en üstünü kılacak olan düşünce, bu hakikati anlamak ve bu anlayışı her nefeste
idrak etme çabasında yatıyordu. İnsanın yaradılış sebebi ve hedefi zaten bu
değil miydi?
AllahRasulü s.a.v. bunun için
gönderilmişti. O halde bütün bu zorluklar işte bunun için yaşanıyordu.
İşte O, hayatının her safhasında olduğu gibi Sevr dağındaki mağarada da, Medine
yolunda da bu hakikati teneffüs ediyordu.
Yüce Allah’ın varlığını ve her an
beraberinde bulunduğunu ruhuyla duyuyordu. O’nun şefkatini, adaletini,
hükümranlığını en üst seviyede idrak ederek yüce huzura duruyordu. Uzun uzun
kıyamlarla, gözyaşlarıyla yıkanan secdelerle, dua ve niyazlarla… Beş vakit O’nunla
görüşüyordu. Kuşluk namazında yalvarıyordu, gecenin derinliklerinde teheccüd
namazıyla dostluğuna sığınıyordu.
Bizim için en önemlisi, Rasul-i Ekrem
s.a.v. ruhun dirilişinin tek yolu olduğunu yaşayarak gösteriyor ve çarenin de
kendi örneklediği gibi yaşamaya çalışmaktan geçtiğini insanlığa öğretiyordu.
Bu ruh diriliğinin oluşabilmesi ve
devamlı korunabilmesi için, iman etmenin yanında çaba göstermek, imanı işlerle,
eylemle ortaya koymak ilâhi bir kanun. İşte hayatıyla bunu insanlığa
anlatıyordu. Gönlünde, gözünde, dilinde hep Allah vardı. Gündüzü ve gecesi,
Allah’ın zikriyle, fikriyle apaydınlık idi.
O’NUN İZİNDEN BİR ÖRNEK
Rivayet edildiğine göre, büyük
velilerden İbrahim Gülşenî Hazretleri irşada başladığı ilk yıllarda İran’da
bulunmaktadır. Şah İsmail’in ordusu şehri kuşatır. Gülşenî Hazretleri oradan
ayrılıp Mısır’a gitmek için ciddi gayret sarf eder ama maalesef iş işten
geçmiştir. Şiî propagandasının önünde bir engel olarak görüldüğü için Şah
İsmail tarafından zindana atılır. Ertesi gün de idam edilecektir. Yapılacak
hiçbir şey kalmamıştır.
Kapıda bulunan gardiyan hayretler
içindedir. Ertesi gün idam edileceğini bilen bu mahkûm, sanki hiçbir şey yokmuş
gibi abdestini alıyor ve huzur içinde namaz kılıp ibadet ediyor. Ne küçük bir panik,
ne bir şikayet…
Gardiyan merakını yenemeyip Gülşenî
Hazretlerine bu halini soruyor. O da Allah’ın her an ve her yerde hazır
olduğunu, her şeyin O’na ait olduğunu hatırlatıyor, Allah neyi takdir
buyurmuşsa onun meydana geleceğini anlatıyor. Gardiyan bu sözlerden etkilenip
Gülşenî Hazretlerine intisap ediyor ve zindandan kaçmasını sağlıyor.
Daha sonra Gülşenî Hazretleri Mısır’a
yerleşiyor ve uzun yıllar insanlara hizmet ediyor.
GÜNDELİK ZORLUKLAR VE BİZ
Biz de zorluklar yaşıyoruz. Hangimizin
bir an önce bitse dediği, kendini çaresiz hissettiği zamanlar olmaz ki… Mesela
çocuğumuz ateşlenir, sabaha kadar acilde beklemek zorunda kalabiliriz. Sene
sonu hesaplar sıkışır, birkaç geceyi işyerinde geçirmek zorunda olabiliriz. Bir
sebeple uzun süre sıcak yuvamızdan ayrı düşebiliriz.
Bütün bunlar, ne Efendimiz s.a.v.’in
karşılaşmış olduğu zorlukların en küçüğü ile mukayese edilebilir, ne de yarın
infaz edilecek bir idam mahkûmunun haliyle.
Oysa geçici sıkıntılar bizi ne hale
getiriyor? Bize şahdamarımızdan yakın Rabbimizle irtibatımıza, münasebetimiz
hangi etkiyi yapıyor?
Yüce Mevlâ her zaman ve halde
zikredilmesini, hatırlanmasını istiyor. Kullarını kâinatın en büyük hakikatı
karşısında sürekli çaba içerisinde olmaya teşvik ediyor.
Mademki Yüce Mevlâ, her an bizimledir,
şahdamarımızdan daha yakındır, bizim de elimizden geldiği kadar bu yakınlığı
hissederek, zaten O’nun mülkünde olduğumuzu hatırlayarak yaşamamız gerekiyor.
Yüce Allah’ın yeryüzüne koyduğu sebep sonuç ilişkisini ihmal etmeden, elden ne
geliyorsa tedbire gevşeklik göstermeden…
Alemlerin Rabbi ile bu sürekli ve
yoğun irtibat hali çok değerlidir. Onu elde edebilmek için başta farz
ibadetlerimiz olmak üzere dinimizin emir ve yasaklarına titizlik göstermeli,
vird edindiğimiz O’nun güzel isimlerini bol bol tekrar etmeliyiz.
Ve bütün ibadetlerimizi, hatta
zikirlerimizi şöyle bir niyet terazisinden geçirmeliyiz:
“Rabbim, sensin benim maksadım. Ve
senin razı olmandır . Allah CC selamı bereketi Rahmeti üzerinize olsun. METİN
ALKAN
EĞİTİMCİ YAZAR